Türkiye sineması adına önemli bir başarıya imza atıldı. Yönetmen Dino Omeroviç’in imzasını taşıyan Türkiye yapımı “NENA SENA” (SENA NİNE) belgeseli, Avrupa’nın en prestijli film festivallerinden biri olan 31. Saraybosna Uluslararası Film Festivali’nin resmi seçkisine kabul edildi. Belgesel, bu yıl Türkiye’den seçkiye girmeyi başaran tek belgesel film olma unvanını taşıyor.
Dünya Prömiyeri Saraybosna’da
15–22 Ağustos 2025 tarihleri arasında sinemaseverleri ağırlayacak olan festivalde dünya prömiyerini yapacak olan “NENA SENA”, BH Belgesel Programı kapsamında izleyiciyle buluşacak. Yapımcılığını Rûken Tekeş’in (Sarya Film Kollektifi) üstlendiği ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yapım desteği ile gerçekleştirilen film, son derece dokunaklı ve kişisel bir hikayeyi beyaz perdeye taşıyor.
Bir Geri Dönüş ve Hafıza Hikayesi
Belgesel, Bosna-Hersek Savaşı’nın ardından yerinden edilen ve yıllar sonra, bugün Sırp Cumhuriyeti sınırları içinde kalan memleketi Vlasenica’ya geri dönen 92 yaşındaki Sena Nine’nin hayatına odaklanıyor. Filmin yönetmeni Dino Omeroviç, aynı zamanda Sena Nine’nin Türkiye’de büyüttüğü torunu. Omeroviç, kamerasını ninesine çevirerek, onun sürekli değişen bir dünyada geçen gündelik hayatını ve son günlerini, son derece kişisel ve samimi bir dille filme alıyor.
“NENA SENA”nın Saraybosna gibi prestijli ve tarihi bir festivalde Türkiye’den tek belgesel olarak seçilmesi, sadece bir festival başarısı değil, aynı zamanda yakın tarihin acı dolu bir sayfasına tutulmuş kişisel ve dokunaklı bir ayna niteliğinde. Bu belgesel, büyük savaş anlatılarının, tankların, politikacıların gölgesinde kalmış ‘insan’ hikayesine odaklanıyor. Bir torunun, kendisini büyüten ninesinin son günlerine tanıklık etmesi, savaşın yıktığı hayatların ve asla tam olarak iyileşmeyen yaraların en samimi ve en sarsıcı kaydını tutuyor. Sena Nine’nin, artık ‘farklı’ bir yönetimin altındaki toprağına geri dönme inadı, aslında kaybolan bir dünyaya ve hafızaya sahip çıkma direnişidir. Dino Omeroviç’in kamerasından izleyeceğimiz bu hikaye, Bosna’nın acısını Türkiye’nin hafızasıyla birleştiren, sanatın sınırlar ötesi birleştirici gücünü ve kişisel tanıklığın tarih yazımındaki önemini bir kez daha kanıtlıyor.