Jake beş aylıkken, ilk büyük nöbetini geçirdiğinde annesi Stephanie, hayatının en korkunç anını yaşadığını düşünmüştü. Küçük bedeni önce kaskatı kesiliyor, sonra şiddetle sarsılıyordu. Stephanie, “O gün hava aşırı sıcaktı. Çok ısınmıştı,” diye hatırlıyor. Ancak o gün, yaşayacakları zorlukların sadece bir başlangıcıydı.
Jake’e 18 aylıkken, her 15 bin çocuktan birini etkileyen ve epilepsinin de dahil olduğu nörolojik bir rahatsızlık olan Dravet Sendromu teşhisi konuldu. Bu sendromda, aşırı sıcak ve ani ısı değişimleri, şiddetli nöbetlerin en büyük tetikleyicisi. Şimdi 13 yaşında olan Jake için her yaz, ısınan hava ve sıcak hava dalgaları, ailesinin deyimiyle “bu zaten yıkıcı olan hastalığın yükünü daha da ağırlaştıran” bir mücadeleye dönüşüyor.
Sadece Nöbet Değil, Birçok Hastalığı Tetikliyor
University College London’dan iklim değişikliğinin beyin üzerindeki etkileri konusunda öncü uzmanlardan Profesör Sanjay Sisodiya, Jake’in durumunun buzdağının sadece görünen yüzü olduğunu belirtiyor. Sisodiya, artan sıcaklık ve nemin epilepsi, felç, beyin iltihabı, MS ve migren gibi çok sayıda nörolojik hastalığı kötüleştirdiğini bilimsel verilerle ortaya koyuyor. Örneğin, iki yıl önce Avrupa’daki sıcak hava dalgasında yaşanan fazla ölümlerin %7’sinin doğrudan nörolojik sorunlardan kaynaklandığı tespit edildi.
Beynimiz Neden Bu Kadar Hassas?
Vücudumuzun en çok enerji tüketen organı olan beyin, sürekli olarak kendi ısısını üretir ve vücudumuz onu soğutmak için durmaksızın çalışır. Beyin hücrelerimiz ve hücreler arası mesajları taşıyan moleküller, sıcaklık değişimlerine karşı aşırı duyarlıdır. Isı çok yükseldiğinde, beynimiz adeta tüm parçaları birlikte düzgün çalışmayan bir saate döner. Bu durum, sağlıklı insanlarda bile karar verme yetisini bozabilir ve riskli davranışlara yol açabilir.
En Büyük Riski Kimler Taşıyor?
Sıcak havanın olumsuz etkilerini en ağır şekilde hissedenler, genellikle zaten bir sağlık sorunuyla mücadele edenler oluyor.
- Nörolojik ve psikiyatrik rahatsızlıkları olan kişilerin kullandığı bazı ilaçlar, vücudun terleme gibi doğal soğutma mekanizmalarını bozabiliyor. Bu da onları güneş çarpmasına ve sıcaklığa bağlı ölümlere karşı daha savunmasız kılıyor.
- Artan gece sıcaklıkları, uyku kalitesini düşürüyor. Uykusuzluk, özellikle epilepsi hastaları için en önemli nöbet tetikleyicilerinden biri.
- Bunama (demans) hastaları, bilişsel engelleri nedeniyle aşırı sıcağa uyum sağlamakta zorlanıyor. Yeterli sıvı almayı veya pencereleri kapatmayı unutabiliyor, en sıcak saatlerde dışarı çıkabiliyorlar. Bu nedenle sıcak hava dalgalarında hastaneye yatış ve ölüm oranları artıyor.
Görünmez Tehditler: Felç, Erken Doğum ve Virüsler
Aşırı sıcakların yarattığı tehlike bunlarla da sınırlı değil.
- Yapılan çalışmalar, artan sıcaklıkların felç vakalarında ve buna bağlı ölümlerde artışla doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu durum, özellikle sağlık altyapısı daha zayıf olan orta ve düşük gelirli ülkeler için orantısız bir yük oluşturuyor.
- Sıcak hava dalgaları, erken doğum (prematüre) riskini artırıyor. Erken doğum ise çocuklarda beyin gelişiminde gecikmelere ve öğrenme güçlüklerine yol açabiliyor.
- Sıcaklıklar arttıkça, Zika ve dang humması gibi nörolojik hastalıklara neden olan virüsleri taşıyan sivrisinekler de daha geniş coğrafyalara yayılarak yeni tehditler oluşturuyor.
Bilim insanları, hangi faktörün (maksimum sıcaklık mı, süresi mi, yoksa gece sıcaklığı mı?) kimi nasıl etkilediğini hala araştırıyor. Ancak BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in dediği gibi, “Küresel ısınma çağı sona erdi, küresel kaynama çağı geldi.” Ve bu yeni çağ, en karmaşık organımız olan beynimiz için yeni bir mücadele dönemi anlamına geliyor.
BM Genel Sekreteri’nin ‘küresel kaynama’ olarak tanımladığı bu yeni ve korkutucu çağ, iklim değişikliğinin artık uzak bir geleceğin çevre sorunu değil, tam da bugünümüzün bir halk sağlığı ve sosyal adalet krizi olduğunu yüzümüze vuruyor. Bu haberin en acı tarafı, sıcaklığın faturasının herkese eşit kesilmemesi. Nörolojik bir rahatsızlığı olan Jake’in, bunama hastası yaşlı bir amcanın ya da zaten sağlık sistemleri zayıf olan sıcak bir ülkedeki bir felç hastasının yaşadığı zorluk, klimalı ofisinde oturan bir yöneticiyle aynı değil. İklim krizi, toplumdaki mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştiren acımasız bir büyüteç görevi görüyor. Dolayısıyla beynimizi korumak, sadece pencereleri kapatıp su içmekten ibaret değil. Bu, aynı zamanda bu ‘kaynama’ya neden olan politikalara karşı durmayı, bilimi dinlemeyi ve en savunmasız olanları koruyacak toplumsal sistemler talep etmeyi de gerektiriyor. Çünkü beyinlerimiz, kelimenin tam anlamıyla, ateş altında.